Günümüzde TV
muhabirleri sık bir biçimde Kızılay’da adamın burnuma mikrofonu dayayıp sorar
oldular: Eski Bayramlar Nasıldı?
diye.
Burada kritik kavram eski belki de. Peki, kime göre eski?
Bana göre eski olan, kulakları çınlasın babama göre eski mi? Ya da, yine bana göre eski olan kızım için yüzyıllık bir öykü mü?
Bu ve benzeri soruları çokça türetebilir ve günün hay huyu içinde gözden kaçırabiliriz.
Gerçekten de filmi geriye sarınca, bakın o tozlu
raflardan ya da kıvrımları ütülenmiş zihinlerimizden, hatta unutulmuş hüzünlü
öykülere konu olan beyaz önlük yakalarımızı, babalarımızın beyaz balinalı
yakaları olan kol düğmeli Frenk
gömleklerini betona döndüren Atlı Kola ile
kolalanmış zihnimde neler kalmış?
Bir
zamanlar, doğup, büyüdüğüm, çocukluk bayramlarını ve ilk gençlik yıllarımı
yaşadığım, Gâvur İzmir’in şeker bayramlarında şort ya da pantolon ceplerimiz,
sarı yirmi beş kuruşluklar ve bakır on kuruşluklar ve akide şekerlerinin
ağırlığını taşımakta zorluk çekerdi.
Henüz 2,5 liralıklar bizim gibi memur
ailesi çocuklarının rüyalarına bile giremezdi.
Şort ya da pantolon dediydim ya az
önce. Sadece armağan ağırlığından değil.
Bir de asfalt Osman’ın asfaltlayarak henüz
kıyıma uğratmadığı Arnavut kaldırımı yollarda, çocukluk sakarlıkları nedeniyle
sık sık takılıp düşerdim. Pantolon ise kumaş delinir; şort ise dizlerim
yaralanırdı. Dizler paralandı ise Bayramyerindeki Ödemiş Eczanesinde kalfa
Reyhan Abla basardı tentürdiyodu ve üflerdi çok yakar diye.
Eğer kumaş delindi ise de rampadaki Terzi Şakir amcanın dıştan
takma motorlu Singer makinesi hallederdi.
Her ikisi de güya eve gelmeden önce ahaliye çaktırmamak için tasarlanan operasyonlardı.
Ne terziydi ama Şakir Usta.
Briyantinli saçları her daim taralı, omzunda mezura ile dolaşan o sakız beyazı gömlekleri kömür ütüsü ile ütüleyen bir usta idi. Frenk gömlekleri üzerinde kuşgözü kadar bir leke bile oluşmazdı kömür ütüsüne rağmen.
Dükkânın köşesinde bulunan Akasya ağacı altındaki seyyar kara
tahtaya beyaz tebeşir ile gezi ilanını büyük harflerle yazardı imla hatasız.
Mahalle ahalisinin her türlü yiyecek ve içecek çıkını ile Pazar sabahı gezisi
için 05.30’da içtimaa çıktığı geziler.
Bu, aile gezilerine
ayrıca değinilmeli aslında. Belki de bir sözlü tarih projesi olarak o geziye
katılanların son temsilcileri ile röportajlar yapıp anıları, kayıt altına
almalı onları kaybetmeden.
Bakkal Erol abi, Çeşme’nin Ildırlı köyündendi. Yani Eritrai Antik Kentinin yer aldığı
yörenin çocuğudur. Şaraba mökkem direnir. Ama burnu ve yanaklarının kırmızılığı
ile ağzının içerisinde dolandırmakta zorluk çektiği dili, akşam 19.00’dan sonra
onun mütekeyyif maddeler ile arasının oldukça iyi olduğunu ortaya çıkarırdı.
Ve o saatten, dükkân kepenkleri
indirilene kadar Erol Abi’nin karısı Güliz abla dükkâna nezaret ederdi. Bir
yandan müşterilerle ilgilenir bir yandan kocasının, daracık dükkân içerisindeki
yalpalamalarının malları dağıtmasına da engel olmuş olurdu.
* * *
Bayrama gelen sürecin adı: Ramazan, oruç, teravih gibi üç kelimeden
ibaretti.
İsteyen orucunu tutup isteyen de
oruç tutmayıp teravih namazına gider, isteyen oruç tutmasa bile mahallede oruç
tutanlara saygı nedeniyle balkondaki aleni
cigara tüttürmelerini iftar ile sahur arasına sıkıştırırdı.
Çocukluğum, Eşrefpaşa’daki Saat
Kulesi civarındaki sokaklarda geçti. Ben elli yaşımı geçtim annemler hâlâ o
civardaki sokaklardan olan 362. sokakta ikamet etmektedirler. 362. sokağın
iki altı sokak, meşhur Halil Rıfat Paşa Caddesidir. Bizim sokaktan 346’ya geçip
aşağıya sallandığınızda tarihi 95 Kıraathanesi ile karşılaşırsınız.
95’in altı bizim çocukluğumuzun oyun alanı olan çitlembik ağaçlarıyla
bezeli İngiliz Bahçesi (Şimdik nerede ise
yerinde yeller pardon apartmanlar esmektedir) ve bahçenin sağında Kız
Lisesi ile bahçe arasından sahile çıkan sokağın sol kolunda Musevi Hastanesi vardı.
O hastanedeki Ruh ve Sinir
Hastalıkları Uzmanı Dr. Nahum Gabay fötr şapkası ile bizim rampadan aşağıya
elindeki manda gönü kızıl kahve ve köşeleri hafif eprimiş doktor çantası ile
inerken, bakkal Erol Abiye, Terzi
Şakir amcaya, köşe başında akşamüzeri muhabbeti yapan Lokmacı
Fehmi Mirza Usta’ya, Karyolacı Kadir, Çadırcı Vahap ve Yorgancı Muzaffer ile
Müteahhit Dündar amcalara selam vermeden inmez idi. Bir de Museviler, Müslümanların Ramazan
adetlerine Müslümanlar da Musevilerin başta hamursu z
günleri olmak üzere dini ritüellerine büyük saygı gösterirlerdi.
* * *
Eşrefpaşa, Bayramyeri 1960’ların sonu
Ramazan ayının son haftasında bizim aileyi tatlı bir telaş sarardı:
Bayramyeri şekercisi Niyazi
Cinskızan’dan badem şekeri, Kemeraltı Çarşısının Hisarönü mevkiindeki
şekercilerden de akide şekeri ve fıstıklı çifte kavrulmuş tedarik edilirdi.
Dikkatinizi çekerim, badem şekeri en ustasından, akide ve çifte kavrulmuş da
yine eni iyilerinin üretildiği farklı mekânlardan sağlanırdı.
Kahve’nin her dem taze olması için
küçük miktarlarda alınması da temel düsturlardan biriydi. Bayramyerindeki Elmas
Bakkaliyesinden bayram için yüz gram yeşil çekirdek kahve alınır, o kahve annemin ta çeyizliğinden kalma kahve çömleğinde (Annemler 1951’de evlenmiş. O kahve kabı hâlâ kullanımdadır) bir fındık büyüklüğündeki tereyağı eşliğinde hafif
ateşte, bir gazete kâğıdından süpürge biçiminde ve akordeon körüğüne benzer
tarzda yapılmış bir o anlık alet
yardımıyla çevrile çevrile kavrulurdu.
Soğutulmaya bırakılan kahve
ılıdıktan sonra babam tarafından Erzincan işi kahve değirmeni ile yavaş yavaş
çekilerek öğütülür ve kavanoza doldurulurdu.
* * *
Evet, belirtmiştim ya Ramazan ayının
son bir haftasında bizim aileyi tatlı bir telaş sarardı:
Ailenin hanımları baklava telaşına
girerken ben de babamla birlikte, rahmetli babaannemin kabrini ziyaret etmek
için Paşa Köprüsü Mezarlığının yolunu tutardık. Karabağlardaki Paşa Köprüsü
Mezarlığı’nın kapısında otobüsten iner ve Roman seyyar tezgâhlarından iki demet
taze mersin alarak yola koyulurduk.
Mezarın üzerindeki kurumuş otları
yolar, yanımızda götürdüğümüz keser ile toprağı tazelerdik. Babam da kabrin
üzerinde başta gül ve diğer çiçeklerin bakımını yapardı. Mezarlıkta arife ve
bayramı iple çeken su cu çocuklardan
birkaç testi ile alınan su lar (o zaman plastik bidonlar yoktu. İyi ki de
yoktular) ile toprak nemlendirilir ikinci testinin su yu
da kabrin başındaki selvinin dibine boca edilirdi. Sonra da karşı yoldaki
Musevi Mezarlığının önünden Karabağlar – Eşrefpaşa Eshot Otobüslerine binerek Eşrefpaşa
Evlendirme Dairesinin önünde inerdik.
Merdivenlerin başındaki
Bayburtluların kahvesinin önünden geçerken dünya yakışıklısı rahmetli Murat
dayımı bahçede nargile içerken gören babam dayım ile tavla partisine oturur ve
bende dayımın ısmarladığı buz gibi Cincibir
Gazozunu yuvarladıktan sonra koşar adım mahalledeki arkadaşlara ulaşarak “pilotçuluk oyununa” kaldığımız yerden
devam ederdik.
* * *
Evet, ev dip temel
temizlenecek, baklavalar yapılacak ve arife
sabaha karşı son temizlik rötuşlarını bitiren annem ve ablam balkonları da
yıkadıktan sonra sabah ezanında camiye giden babamın peşinden kuaför Şengül’e
giderek saçlarını “mizample”
yaptıracaklar ve babam camiden dönmeden önce de kuaförden dönüp kahvaltı
sofrasını hazırlamış olacaklardı.
Baklava için arife günü rahmetli
büyük halam Zekiye ve akrabalığın zarif simgelerinden rahmetli Zafer Hanım
Teyze sabahın seherinde bize gelirler ve herkes uzmanlık bonsensine göre
gerekli gayreti gösterirdi.
Tam bir imece idi aslında.
Zafer Hanım Teyzenin açtığı
yufkalar, pencere camı gibi öbür tarafı gösterirdi.
Üç beş yufkada bir Zekiye halamın
büyük bir titizlikle ayıklayıp havanda dövdüğü cevizler serisini serpişi,
annemin tavuk teleğiyle ceviz serpme faslı öncesinde o nahiyeye eritilmiş
tereyağıyla yağlayışı. Evet, işte imecenin en küçük ölçekli simgesi bu
idi.
Tepsinin bitişinde benim tepsileri
birer birer Altıntaş’taki eski Bahçeli Kahve’nin yanındaki Kızlar Fırınına
götürüşüm daha gün gibi hafızamda canlıdır. Kızlar fırınına teslim ettiğim her
tepsinin üzerine ortası delikli iki tarafta aynı numaraların olduğu teksir kâğıda
basılı birer etiket / marka fırıncı geçkin kızlar (ablalar) tarafından yapıştırılır birer parçası da bana verilirdi. “Marka” yı aldığımda bana söylenen süre
genellikle bir saatten az olmazdı.
Sürenin dolmasına yakın her türlü
oyundan sıyrılıp sorumluluk sahibi bir fert olarak, üzerine birer kat gazete
kâğıdının örtüldüğü tepsileri birer ikişer eve getirirdim. Hafızam beni
yanıltmıyorsa bu gazeteler fırının stoklarındaki Yeni Asır ve Demokrat İzmir
Gazetelerinin eski nüshaları olurdu. O,
hani Adnan Düvencinin sahipliğini yaptığı Atillâ İlhan’ın yazılar yazdığı
Demokrat İzmir. Atillâ İlhan’ın ilk yazılarını işte o gazetelerde okumuştum
* * *
Bayram sabahlarının kahvaltısı ise
bir başka âlemdi. Sanki o güne kadar evde hiç kahvaltı yapılmamış da ilk defa kahvaltıya
oturulmuş gibi.
Akarcalı Camii
Akarcalı Camii’nde Bayram Namazından çıkıp, köşedeki fırından tazecik
ekmek ve Cumhuriyet Gazetesi ile dönen babamın elini ilk annem öper ve sonra
ablam ve ben öperek bayramlaşırdık.
Kahvaltıda bildik kahvaltı
malzemeleri yanında mutlaka yaprak sarması ve bir gece önce şurubu vurulan
baklava da bulunurdu. Babam sanki baklavaya onay verecek ve onay alınınca
bayram boyunca gelen misafirlere baklava ikram edilecekti.
Kahvaltı sonrasında rutin olarak
aile büyüklerine yapılan ziyaretler Eshot Otobüsleri marifetiyle icra edilirdi.
* * *
Sevgili Murat Dayım ve Zekiye Halam
Bugün ne sevgili büyük halam
Zekiye, ne yakışıklı ve heybetli Murat dayım ve ne de Zafer Hanım teyze var.
Onlar çoktan sonsu zluğa uğurlandılar. Orada ışıkların içerisinde
yatıyorlar. Bugün o baklavaların açılabileceği büyük salonlu evde yok artık.
Yıkıldı.
Bugün bir apartman dairesinde, o
imece baklavaların yerini, içi bütün ceviz parçaları ile doldurulan annemin “kalbura basması” yer aldı. Zeytinyağlı yaprak sarması ise her daim
mevcut.Bu ikili, bizim sülalenin klasikleri arasında hak ettiği yeri aldı.
Yaprak sarması ve kalbura basma görselleri, 9 Eylül
2010 İzmir ziyaretimizde çekilmiştir.
Seksenine
merdiveni dayayan ve son on yıldır
transvers myelitis gibi kritik bir omurilik rahatsızlığının verdiği tek
başına hareket kısıtına rağmen, seksenini deviren babamın sonsu z desteği ve kendi azmi ve hayata bağlanma gücü
sayesinde yaşayan anamın, kalbura basma
tatlısının bir püf noktasını belirterek bu serbest vezinde kaleme alınan yazıyı
noktalamış olalım.
Efendim en büyük teyzem Nadide
Hanım’dan annemin aldığı bir sırdır bu.
Nadide teyzem bildiğiniz meşe odununu bahçedeki ocakta temiz bir
biçimde yakarak kül haline getirir. O külü eler. Ve bir miktarını kavanoza
koyarak anneme verir. İşte o külden miktarını henüz öğrenemediğim kadarı,
kalbura basmanın hamuru yoğrulurken hamurun içine katılır. Tarifi imkânsız bir
gevreklik verir tatlıya.
Fırından çıkmış kalbura basma, ılık şerbetle ilk buluşmasında, sanki ki o
kül; “ilk gece heyecanını” ortadan
kaldırıyor ve “ılık” şerbetin kalbura basmanın tüm hücrelerine nüfuz etmesini sağlıyor.
Hepimizin bayram sevinçlerinin
solmaması dileğiyle.
Eşrefpaşa’dan
İzmir Körfezi, 1960’lar.
Not: Bu yazı,
İmge Yayınlarından 2011 yılında çıkan, Mutfaktan Sofraya: Muhabbetiniz Bol Olsun kitabında
yer almaktadır.
Harikasınız:) Her şey o kadar orijinal yaşanmış ki samimiyet kokuyor buram buram... kendine has neşe dolu çocukluk hatıraları olmalı herkesin. Tabiki içi boşaltılamamış, birbirine kenetlenmiş bir aile ve yaşanabilir bir şehir lazım bunun için de. Umarım bizim çocuklarımız da neşe ve özgürlük dolu bir çocuklukla sağlıklı bir gelişime ilk adımlarını atarlar.. saygılar
YanıtlaSilÇok teşekkürler ediyorum efendim içten satırlarınız için
Silselam ve saygı ile
serdar
Merhabalar, 11 yaşına kadar benim de çocukluğum Akarcalı Cami karşısındaki evde geçti, ben de Halitbey İlkokulunda okudum, hatta öğretmeniniz Ayşe Perşembe rahmetli yengem olur. Halen okumadı iseniz kız kardeşim Neslihan Perşembe Kulakoğlu'nun yazdığı Bayramyeri Çocukluğum adlı kitabı tavsiye ederim. https://kidega.com/kitap/bayramyeri-cocuklugum-406154/detay/
SilAğzınıza sağlık, çok güzel anlatmişsınız. Fakat 362 sokak köşesinde bulunan Erol bakkalın etrafında bir akasya ağacı yoktu diye hatırlıyorum.
YanıtlaSilSelamlar
Çok teşekkürler ilginiz için benim aklımda öyle kalmış olabilir. Belki de yazarlık hakkımı kullanarak fantastik bir durum yaratmışımdır. ):):). Dostça selamlar
YanıtlaSilCan kardeşim yine uzaklara eskilere yolculandık kaleminle sağol...
YanıtlaSilEline ve hafizana saglik Serdar hocam..Yine hic birseyi atlamadan ve naif
YanıtlaSilCocukluk vizyonu ile dokturmussun..Sana ve butun ailene nice 2022 ve otesi hayirli bayramlara ulasmak nasip etsin..